Japonya-Yon
(10 Nisan 2012)
ARC Academy'de başladığım bir aylık Japonca kursu serüveninin ilk ayağında kendimizi Yoyogi Parkında bulduk ve olaylar asla gelişmedi.
Shukudai wa nan da?
V
e dersler başladı…
Toplamda bakayım, bir beş günlük avare hayat yaşadıktan sonra, Pazartesi sabahın 7’sinde uyanarak, “N’apıyorum ben ya?” dedim. Kalkmışım buralara gelmişim. Kaç yıldır çalışıyorum, kendime tatil verdim diyorum kafamdan, sonra 7’de kalkıp 1200 kişinin bulunduğu vagonlara koş, derse gir…
Bunlar, dünkü düşüncelerimdi. Bugün daha farklı düşünüyorum.
Bir yerde uzun süre kalmak, bir amacınız olmadan hakkaten zormuş. Noyan’a teşekkür ediyorum buradan, kurs fikri ondan çıkmıştı zira. Bir amacın olmayınca, sabah kalk, çık dışarı, yürü yürü… Eee? Ya arkadaşın olacak, ya da işin.
Bu Japonca sınıfı da bu konuda işe yaradığını bugün itibarıyla kanıtladı. Bir kere sürekli Japonca görmekten üzerinizdeki tutukluk gidiyor. İkincisi, sınıf insan dolu ve herkes birbirine aynı salaklıkta baktığı için mecburen bir arkadaş olma hali var.
Bugün de sınıfça hemen bir kaynaşma aktivitesine götürüldük. Yoyogi Park’ında ufak bir piknik. Bento’larımızı satın aldık ve sakura’ların altında bulduk kendimizi.
Ortam şöyle; kursun bütün şubelerinden öğrenciler gelmiş, yaklaşık bir 50 kişi var. Kaynaşmış olanlar zaten gülüp eğleniyor, kaynaşamayanlar da birbirine bakıyor. (Ben.)
Sonra IQ seviyesi son derece düşük diyaloglara girilmeye başlanıyor. Mesela bir Çinli bana yönelip şunu soruyor: (Japonca tabii ama Türkçe yazıyorum.)
– Tuna, sen hangi ülkedensin?
– Türkiye.
– Hağğğ… (Şaşırma efektleri öyle onların.)
Sonra müthiş bir sessizlik. Ondan sonra benden şöyle bir soru:
– Dabin, sen niye Japonca çalışıyorsun? (Cümle kuruluşu aynı bu spastiklikte.)
– Çünkü seviyorum.
– Heğğğ… (Aynı salakça şaşırma bana da geçti tabii.)
Aslında Japoncalarımız öyle kötü değil. Gitmiştim, gideceğim, gidebilirim, gitsene falan gibi birçok kalıp biliyoruz fakat kelime dağarcığımız aşırı kısıtlı. O yüzden ben artık bir noktada dayanamadım ve İngilizce “We totally look like mentally disabled.” dedim. Gülüşmeler, kahkahalar derken…
Yine sessizlik.
Yazık Bangladeş’li bir kız parktan çıkıp bir yere gitmek istiyordu, “Ben parkın çıkışını bilmiyorum.” diyemedi, orada kendini paraladı da paraladı. Çünkü “Çıkış yolu” kelimesi dağarcığında yoktu. Bir de özellikle Çinli’ler, pratik zekadan çok uzak. Bir şeyi anlatmaya çalışmalarıyla cümlelerin bitmesi arasında dakikalar var. Bir kelimeyi hatırlayamazlarsa, “Eeoooooeeeeeeeeeee…” diyerek Loading ekranı çıkartıyorlar.
Sınıfımda bir takım Çinliler, bir takım Tayvanlılar, iki adet İspanyol, bir tane Brezilya’lı, bir tane de Bangladeş’li bulunuyor. Ben de öyle Türkiye, Türkiye diye dolanıyorum. Bu bahsettiğim ülkelerin hepsinin bir aksanı olduğu için de Japonca’ya dilleri pek dönmüyor, S harfi yerine sürekli Ş, Z yerine J falan diyip duruyorlar. Türkçe’de harfleri net bir şekilde söylediğimiz için bize Japonca çok kolay. Öyle bilin istedim.
Tuna-san, shigoto wa nan desu ka?
— Kurstaki herhangi bir Çinli