Japonya-Roku

(16 Nisan 2012)
 

Elektronik cenneti Akihabara'da tam bir elektronik turistliği yaparken fark ettim ki anime-manga ve diğerleri hakkında da en ufak bir bilgim yokmuş.

 

Akihabara: The Land of Üçlü Priz

J

aponya’ya geleli 2 hafta olduğuna göre artık bir takım bölgelerden daha detaylı da bahsedebilirim diye düşünüyorum. Her ne kadar bazı yerlere birçok kez gitsem de çoğu yere henüz hiç uğrayamadım. Konuya Dilara (Türkiye'deki kurstan arkadaşım) da bir noktada dahil olacağı için bir takım yerlere iki kez gitmemek adına da böyle bir karar verdim, tembel değilim.

Japonya’ya geldikten sadece birkaç gün sonra gidip afallamama neden olan elektronik cenneti Akihabara’yı, geçtiğimiz gün saatlerce dolaşma imkanı yakaldım. Geçtiğimiz gün dediğim Pazar ve Pazar günü Akihabara’da çok ilginç bir adet varmış meğer…

Öncelikle Akihabara’nın genel olarak nasıl bir yer olduğunu anlatayım. “Tonlarca elektronik eşya satan mağaza, anime&manga odaklı onlarca dükkan, inanılmaz büyüklükte bir mahalle…” sözlerini kafama kazıyarak gittiğim için nedense bir ucundan diğer ucuna ulaşmak için tüm günümü harcamam gereken bir yer hayal etmiştim. Hayır ne sanıyorsam; o kadar büyük bir yer olsa kişi başına bir mağaza düşerdi zaten. Şimdi bu demek değil ki Akihabara küçük bir yer; kocaman bir caddenin ikiye böldüğü ve birkaç paralel sokağa daha yayılmış bir bölge.

Türkiye’de böyle bir yer yok. (“Ulus’ta Konya sokak var?” diyenlerle ayrıca görüşelim.)

Mağazalar devasa binaların katlarına yayılmış durumda. Her katta farklı şeyler satılıyor. Televizyonlar bir katta, fotoğraf kameraları bir katta, süpürgeler bir katta…

Mesela bir fotoğraf makinesi mağazaları var… Yani burada bulamadığınız bir şey varsa, o yoktur. (Gerçi ben de öyle fantastik bir lens aramışım ki fotoğraf makineme, Tokyo birbirine girdi bulunabilmesi için.)

Seçenekler çok, yan ürünler sebil.

 

Akihabara’da bu büyük mağazaların yanında, bolca da küçük elektrikçi bulunuyor. Genellikle arka sokaklarda bulunan elektrikçilerin sağında solunda da Türk kebapçıları yerleşmiş. 100 metre içerisinde üç tanesini görerek kendimi evimde hissetmedim değil.

Elektronik cihazlar Akihabara’nın değişmezi. Bir dönem Tokyo’nun en büyük elektronik eşya satan bölgesiymiş burası ama sonrada Shibuya ve Shinjuku da gelişim göstererek Akihabara’ya alternatif olmuş. Bu da böyle bir bilgi.

Hah, şu Pazar olayını anlatayım. Ben buraya Salı mıydı neydi, öyle saçma bir günde gitmiştim. Tabii normal bir yer işte, arabalar falan gidiyor caddede… Pazar bir gittim, o devasa caddeyi trafiğe kapatmışlar! İnsanlar karşıdan karşıya kolay geçsin, alışveriş heyecanları bölünmesin diye midir, nedendir tam emin değilim ama Pazar günleri burada bir trafiğe kapanma durumu oluyormuş. Bisikletle bile girilemeyen devasa yolda yürümek de ayrı bir keyif oldu bana da.

 

Akihabara’nın diğer yönüne gelelim şimdi de.. Japonya’da, böyle anime’lerle, manga’larla falan çok aşırı yoğunlukta ilgilenenlere “Otaku” denmekte ve Akihabara’da Otaku’lara hizmet eden bir ton mekan bulunuyor.

Ben bunlardan yine 7 katlı olan bir tanesine bir girdim ve bizzat Otaku olarak çıktım. T-shirt’ler, robot modelleri, anime figürleri, oyuncaklar, bilmemneler…

O kadar çok ürün satılıyor ve o kadar fazlasının ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ki tam olarak “overdose” oldu. Erkeklere hitap eden ürünlerden çok, kızlar için hepsi birbirinden sevimli bin tane ürün bulunuyor. Tanıdığım herkese bir şeyler almak istedim, istedim ama o fiyatlar… Pahalı, hep pahalı!

 

Bu mekanların reklamlarını dağıtan çeşitli, kostümlü kızlar sokakta flyer’lar dağıtıp duruyor, insanlar yürüyor, kebapçılarımızdan Türk ezgileri geliyor…

Meğer bu kızlar mağazaların yanında “Cosplay cafe”lerin de flyer’larını dağıtıyormuş ki onlardan birine gitmek istemiştim hep. Bu kafelerde kostümlü kızlar, isimleri birçok anime&manga serisine gönderme yapan yiyecek içecekleri fahiş fiyatlara satıyormuş ama size aşırı iyi davrandıkları için de eğer bir “Otaku”ysanız, oradan gülücükler saçarak çıkıyormuşsunuz. Henüz gitmedim, görmedim ama bir gidip görmek gerek.

İşte size sokaktaki kızlardan iki tanesi:

 

Akihabara turistik bir yer değil anlayacağınız. Daha doğrusu öyle gidip bir gezeyim gibi değil. Bir şeyler almaya niyetiniz yoksa da gitmemelisiniz çünkü sizi yoldan çıkartabilecek biraz fazla şey var.

Unutuyordum ya, bir konu daha var. Akihabara için özel değil de Japonya’da bir “çığırtkanlık” ekolü var. Mağaza zemin katta olsa bile, bir takım insanlar ciyak ciyak bir şeyler söyleyerek sizi içeri davet ediyor ellerindeki kağıtlarla. Daha da kötüsü bu durum bazen içeri girince de bitmiyor. İçeri bir giriyorsunuz, sizi ilk gören çalışan, “Hoşgeldiniiiizzzz…” diye bir bağırıyor. Eğer gevezeyse bununla yetinmiyor ve,

“Hoşgeldiniiiiizzzz, hoş buyurdunuz, ne güzel ettiniz de geldiniz, içeri buyrun, heyooooo yaşasııın.” gibi saçma sapan bir seriye başlıyor.

Ve domino taşları, devriliyor.

Bunu duyan diğer çalışanlar, tatil köyündeki animatörler gibi aynı sözleri veya farklı bir şeyler söylemeye başlıyor bağıra çağıra. Acayip bir sinerji. “Hopppaa hoşgeldiniiizzz!!!” diye başlayan cümleler bütünü, sizin göremediğiniz bölgelere doğru “fade out” olarak gidiyor.

Akihabara böyle bir yer; alışveriş için çok ideal bir bölge. Japonya’ya giderseniz bir kez mutlaka görmelisiniz.

 

Gitmeden bir garip olay daha anlatacağım. Akihabara gününün gecesinde, Shinjuku’dan dönüyordum. Saat 10 falan. Pazar günü saat 10 demek, artık trenlerin boş olduğu bir saat demek. Ben de bindim Chuo Sobu Line’ıma, baktım toplasan bir vagonda 15 kişi var, sessiz sakin gidiyoruz…

Giderken giderken, Suidobashi adındaki durağa geldik.

Bu durağın normalde bir özelliği yok.

Durağa gelmeye yüz tuttuğumuzda, benim de hafiften hafiften içim geçmek üzereydi ve laf olsun diye şöyle bir gözlerimi araladım ve durakta bekleyen sayısız insanla göz göze geldim. Kapıların açılmasıyla birlikte vagonlara toplamda 300 tane kadının binmesi de bir oldu.

Her kapıda 20 kişi beklese, koskoca tren, 300 eder.

Tren bir anda hınca hınç doldu. 300 tane Japon kadını, sessizce trene binmişti. Bence olanlar kamera şakasıydı derken, bu kadınların hepsi bir anda konuşmaya başladı. Gülüyorlar, birbirlerine laf yetiştiriyorlar, yerlere düşmeler… Dedim kesin bir okazyon var. Gözüm yavaştan kadınların yanlarındaki eşyalara kaydı ve bir çoğunda, torbalar içerisinde havlular gördüm.

Gece 10. Tek bir durakta 300 kadın. Torbalarda havlular…

Sonra yanımda oturan kadın, torbasından bir şerit çıkartmaya başladı. Şeritte de Japonca bir şeyler yazıyor ama hızla çıkarttığı için okuyamıyorum da…

Rüya görüyor olduğumu düşünenler, yanılıyor.

Şeridin sonuna geldiğinde kadın, bir baktım Tokyo Dome yazıyor. Suidobashi meğer Tokyo Dome adındaki konser, spor ve çeşitli olayların yer aldığı büyük alanın durağıymış. Dedim Tokyo Dome’daki bir etkinlikten geliyorlar…

O sırada bir kadın, “Aaa bu havlu daha güzelmiş, bunu kaça aldın?” diye sordu bir diğerine ve oradan da anladım ki havlular satın alınabiliyor. Yoksa bayağı plajdan gelen dev bir grup var gibiydi…

Nihayetinde kadınlar yavaş yavaş duraklarda inip gecenin sonsuzluğunda kaybolmaya başladı. Ben de içimden dedim ki, “WTF did just happen?” (O saatte daha iyisini diyemedim.)

Demek ki neymiş, Tokyo’da havlu lazımsa, Nisan’ın ikinci Pazar’ı, gece 10’da Suidobashi durağında beklemek gerekiyormuş; bir kadında mutlaka fazladan bir havlu vardır… 

(Daha sonradan öğrendim ki o durakta bir spor kompleksi benzeri bir ortam varmış ve burası aynı zamanda Onsen, yani hamam mahiyetinde de kullanılıyormuş. Herkes hamamdan çıkmış meğer!)

 


Akihabara Japonya için neyse, Teknosa ve diğerleri Türkiye için o değildir.


— Tuna-sama

Şuralardan birinde paylaşasım geldi