Japonya-Nana
(26 Nisan 2012)
Shinjuku'nun altını üstüne getirmeye çalışırken Kabukicho'da izbe barlara çekilmeye çalıştığım muhteşem bir maceraya hazır mısınız?
Shinjuku: Merkezin de merkezi
E
n son Akihabara’yı anlatmışım çok önemli gibi ama Tokyo’ya gelen herkesin mutlaka soluğu alacağı bir yer var ki orası da aslında Shinjuku.
Shinjuku merkez gibi bir durumda fakat her gelişmiş ülkede olduğu gibi, Japonya’nın şehirlerinde de tek bir merkez yok. Merkezler daha çok aktivitelere göre yayılmış durumda. Örneğin gece hayatı istiyorsanız Roppongi‘ye gidiyorsunuz, deniz kenarında bir gece için Odaiba‘ya uğruyorsunuz, park gezmek istiyorsanız Shinjukugyoenmae‘ye veya Yoyogi‘ye gidiyorsunuz, alışveriş için Shibuya, hediyelik eşya ve hoş tapınaklar için Asakusa vb…
Shinjuku ise devasa bir metro istasyonuna sahip olduğundan şehrin en kalabalık yerlerinden biri olmuş. Durum böyle olunca da dükkanlar, yemekçiler, barlar da her köşeye yerleşmiş.
Shinjuku’da neler yaşandığına bir bakalım.
Öncelikle burada kayboluyorsunuz.
Shinjuku’da kaybolmak, bir aktivite.
İlla ki istasyonun neresinden çıktığınızı 10 sefer kadar anlayamıyorsunuz, illa ki çıktıktan sonra yönünüzü kaybediyorsunuz. Japonlar bile Shinjuku istasyonunun tüm çıkışlarına yürüyerek gitmekte zorlanıyor; yarı yolda kayboluyorlar.
Sonuçta bana sorarsanız, Shinjuku bir merkez. Dükkanı da var, binbir tane yemek yenecek yeri de, eğlenecek barı da…
Burada şunu fark ettim ki Japonya’da “şuranın yemeği süper, oraya gidelim.” gibi bir durum pek söz konusu değil. Şık restortantlar için geçerli bu tabii ama daha sıradan yerler için böyle bir durum pek yok çünkü gerçekten, iki sokakta 120 tane yemek yiyecek yer görüyorsunuz. Üstelik yemekleri arasında öyle pek bir fark da olmuyor ve nerede yediğinizin pek önemi olmuyor. Yemek seçme işi daha çok vitrinlere konmuş yemek maketlerini beğenmenizle doğru orantılı. Maket güzelse, yemek de güzeldir diyip oraya giriveriyorsunuz.
Shinjuku’da dikkat çeken bir takım gökdelenler bulunmakta. Bir tanesi Caccoon Tower. Şöyle bir şey kendisi:
Bir diğer ünlü bina da Tokyo Metropolitan Government Building. Buranın 45. katına bedavaya çıkıp şehri tepeden izleme fırsatı buluyorsunuz ama size tavsiyem, bu işi gece yapmanız yönünde olacak.
Gökdelenlerin yanında, Shinjuku’nun önemli bir bölgesi daha var. Bir nevi Red Light District olan Kabukicho, herkes tarafından bilinen ve sağa sola bakarken içerisine düşeceğiniz bir bölge. Örneğin ben daha ilk gezimde, aval aval binalara bakarken buraya geldim ve bir takım zenciler anında peşime düştü. Zaten yol kenarında bekliyorlar, benim gibi boş bakan bir turisti görünce de hemen geldiler. Bir saniye, fotoğraf buldum; Kabukicho’ya şu caddeyi geçince ulaşıyorsunuz:
Çok açıklayıcı bir fotoğraf değil mi? Zaten Tokyo’da bir tane böyle yaya geçidi olduğu için…
Neyse, ne diyordum. Zenciler…
Bunların amacını tam olarak anlayamadım. Lakin hemen el sıkışmak için gelip “Hello friend…” falan gibi bir samimiyete giriyorlar. Ardından “Biraz eğlenmek istemez misin?” gibi şeyler söylüyorlar… Tabii zenci var 2 metre orada, korkuyorsunuz. Nasıl bir eğlence? Benle mi eğlenecekler? Meze mi olacağım?
Sonra bir tanesi bana alenen dedi ki, “Şahane bir bara gitmek istemez misin? İçki içerken içki dağıtan kızları elleyebiliyorsun.” O an anladım ki orada olmalıyım!
Şaka yapıyorum, lütfen velveleye vermeyelim ortayı.
Kötü olan şu ki Kabukicho’da bu tip olaylar dışında bir sürü de görülecek yer var. Yani oradan hemen gitmek istemiyorsunuz. Fakat daha da kötüsü, zencilerin sayısı çok fazla; sürekli peşinizdeler.
Bir tanesi geçenlerde yanıma yaklaşıyordu, direkt kafa sallayıp, “No…” dedim, bana “Fuck you!” diye cevap verdi sığır. Sığır diyorum çünkü 2 metreydi gene.
Bir de bunların ağzı iyi laf yapmıyor mu… Bir defasında boynumda foto makinesi var, yürüyorum yine amaçsızca. Bu geldi, dedi n’apıyorsun vs… Dedim foto çekiyorum, güle güle. Dedi “Ohooo foto çek çek, nereye kadar… Boşuna hayatını harcıyorsun” (Nasıl bir mantıksa…) Ben de uydurdum orada, “Foto çekmek benim işim, para kazanıyorum bundan.” dedim. Adamın cevap güzeldi:
“Tamam o zaman şimdi o kazandığın paraları harcama vakti!”
Gerçekten ne diyeceğimi bilemedim, hızla uzaklaştım.
Ve sonradan öğrendim ki bu zenci arkadaşların bizi sürüklemek istediği barlarda içkiler iki-üç kat paraya iteleniyormuş. Bir çeşit pavyon kafası. Ama Türk yer mi?
Yemez.
Zencilerin yanında, yanınıza sessizce gelen Japonlar da var ki onlar daha tehlikeli çünkü direkt olarak kadın pazarlıyorlar. Çok az İngilizce bildikleri için de ağızlarından şunlar duyuluyor sadece:
“Japanese woman?… Sex?…”
Evet desen kim bilir tutup nereye götürecek… Gerçi bu işi yapan zenci olsa gerçekten seni kolundan tutup götürür de Japon kibar; bu işin sonunda sana makbuz bile verir.
Shinjuku’da başka yapacak pek bir şey yok. (Nasıl da iddialıyım, sanki her şeyi görmüş gibi!) Az biraz uzaklaşınca Shinjuku Sanchome‘ye geliyorsunuz ve burada da irili ufaklı onlarca gay bara rastlıyorsunuz. Geceleri buralar çok hareketli oluyormuş diye duydum ama görmedim.
Shinjuku Sanchome’den sonra da Shinjukugyoenmae‘ye geliyoruz ve burada bizi aşağıdaki görüntüler karşılıyor:
Shinjuku Gyoen adındaki bu park, özellikle Nisan’ın ilk iki haftası tek kelimeyle inanılmaz. Bence tartışmasız Tokyo’daki en iyi park burası çünkü sanat eseri gibi bir şey. Nisan başında Sakura’larla iyicene fantastik bir görüntüye kavuşuyor ve enteresan, sarımsı, halı gibi olan çimleri de parkın her yerine oturabilmenize olanak tanıyor.
Böcekti, çamurdu, pislikti… Bunlar Shinjuku Gyoen’de yok.
Tokyo’yu ziyaret edecekseniz Shinjuku’da vakit geçirin ve gece ışıltılı halini de gördükten sonra başka bölgelere yönelin hemen. Shinjuku güzel olmasına güzel de kalabalığı ve kaotik ortamıyla insanı pek rahatlatmıyor…
Sumimasen, kitaguchi wa doko?
— Shinjuku istasyonunda kaybolmuş bir Japon