Japonya-Hachi

(26 Nisan 2012)
 

Herkesin birbirinden acayip kıyafetler giydiği ve ünlü yaya geçidiyle popüler medyaya damga vuran Shibuya, özellikle alışveriş yapmak isteyenler için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir bölge.

 

Shibuya: Moda bizden sorulur

T

okyo’ya ilk geldiğim sıralar Feyza ile birlikte gittiğimiz Shibuya’ya ikinci kez de Dilara ile gittim ve bu isimlerden de anladığınız üzere, Tokyo’da Türk çok.

Türkler aslında burada kebapçı. Başka bir şey yapan dört kişi tanıyorum: Biri doktora yapıyor, diğeri üniversiteyi bitirip çalışmaya başladı ve master yapacak, diğeri beni ziyarete geldi ve gitti, sonuncusu da burada halı işin yapan bir Türk arkadaş.

Geriye kalan herkes, kebap satıyor.

Kebaplar sanıyorum ki ülkeden ülkeye de farklılık gösteriyor. Misal Viyana’da bir kebap yemiştik, içinde yağ yoktu. Yağ olmayınca da inanılmaz kuru oluyordu. (Dürüme sarıp veriyorlar.) Zaten Viyana halkı da bu dürümün içine yoğurt koyduruyordu ki biraz boğazlarından geçsin.

Burada da döneri garip bir sosla birlikte gobit kıvamında hazırlıyorlar, içine buranın bazı sebzelerini atıyorlar, yarı Japon, yarı Türk, garip bir şey yiyorsunuz. Hiç kötü değil de bir İskender de değil yani…

 

Her neyse, Shibuya diyorduk. Size şöyle göstereyim Shibuya’yı:

 

Size Shibuya’nın en popüler yerini gösterdim. 

Burası envaiçeşit filme konu olan, bir ton Japon’un aynı anda karşıdan karşıya geçtiği yaya geçidi kompleksi. Lost in Translation’da, hemen bu geçitin dibinde yer alan Starbucks’ta oturuyorlardı misal. Ayrıca Fast and Furious’ın üçüncü filminde de burada bir takım aksiyonlar vardı da tam hatırlamıyorum şimdi ne oluyordu…

Shibuya bu bölgesiyle ünlü değil tabii.

Shibuya bir moda merkezi. Zaten garip giyinen Japon halkı, burada daha da garip giyiniyor.

109 adında bir alışveriş merkezi var örneğin (Bizim büyük alışveriş merkezleriyle karıştırmayın; daha çok Kızılay’daki Kızılay AVM kıvamında.), burada o kadar garip kıyafetler satılmakta ki… Garip dediğime bakmayın, aslında güzel ama özellikle Türkiye’de olan bitene göre çok acayip bir noktada. Yani şöyle diyeyim, buradan kendinize tam teşekküllü bir tarz yaratıp çıkarsanız, Türkiye’de herkes size 12 kez bakar.

109’nun erkeklere özel versiyonu da var ki burada olan biten biraz daha normal. Yine de bazı ayakkabılar ve takılar… Çok acayip gerçekten. Japon’da bir parıltılı giyme modası var, bilirsiniz onun anlamı Türkiye’de biraz daha farklıdır. Koskoca “109 Men’s”den hiçbir şey almadım, alamadım. Elim gitmedi.

Shibuya’da alışveriş yapılıyor ve oradan dilerseniz Harajuku’ya da geçebiliyorsunuz. Harajuku‘da ucuz, kalitesi düşük ama gençliğe hitap eden birçok ürünün satıldığı dar ve çok ünlü bir sokak bulunmakta. Buradan bir ton “tarz” şey almanız mümkün ama dediğim gibi kalitede sıkıntı çok.

Şu dar sokaktan bahsederken aklıma geldi, Japonların en çok sevdiği tatlılardan bir tanesi de krep. Ama bizdeki Waffle’larla karıştırmayın. Burada krepin içine tuzlu da koyuyorlar, tatlı da. Tatlıların içine de meyve, dondurma, “bean” gibi şeyler tıkıştırıyorlar. Sorun şurada ki krem şantiyi de bir basıyorlar içine… Yediğiniz şey krema içinde eser miktarda bulunan meyve ve dondurma oluyor. Bizim Waffle’lar daha iyi.

 

Shibuya’da hoş bir olay daha var ve o da hemen metro çıkışında sizi karşılıyor. Bir köpek heykeli bu ve adı da Hachikõ.

 

Hachikõ’nun hikayesini Wikipedia’dan aldım, sizlere paste edeyim hemen:

“Haçiko (10 Kasim 1923 – 8 Mart 1935) Odate’de doğdu. 1924 yılında Tokyo üniversitesinde görev yapan Japon profesör Dr. Hidesabura Ueno, küçük bir köpek yavrusu edindi kendine. Profesör Ueno, Japoncada “sekiz tane” anlamına gelenHaçiko adını koydu köpeğine. Safkan akita cinsi beyaz bir erkek olan Haçiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik etti. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde metronunn çıkışında Haçiko’yu kendisini beklerken gördü profesör ve çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.

Ondan sonraki bir yıl boyunca, Haçiko her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da metronun önünde karşıladı. Hiç saatini şaşırmadı.

Ama bir akşam metrodan çıkmadı profesör. Haçiko gözleri metronun kapısında gece boyunca bekledi. Bir sonraki akşam yine yoktu profesör. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı. Üniversite’de kalp krizi geçirip ölmüştü…

Haçiko her akşam sahibim metrodan çıkar diye inatla bekledi. Haftalar, aylar boyunca her akşam tokyo metrosunun Shibuya istasyonu’nun kapısına gitti. Haçiko tam 10 yıl boyunca sahibinin gelmesini bekledi. 12 yaşındayken metronun kapısında öldü.”

Acıklı bir hikaye ve Japon olsun, turist olsun, herkes bu heykelin yanında bir fotoğraf çektirtmeden gitmiyor. Tabii ben de yaptım bunu.

 

Bir de bir takım sanatçılar, bir duvara süsleme yapmış yine bu konuyla ilgili. O da şöyle bir şey:

 


Ama bir akşam metrodan çıkmadı profesör. Haçiko gözleri metronun kapısında gece boyunca bekledi. Bir sonraki akşam yine yoktu profesör. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı. Üniversite’de kalp krizi geçirip ölmüştü…


— Hachiko'nun hikayesinden

Şuralardan birinde paylaşasım geldi