LEVEL
(5 Şubat 2021)
Bilgisayar oyunlarıyla geçen hayatımın uzunca bir bölümünde yer eden LEVEL, yıllar geçtikçe yaralayan bir unsura dönüştü. Nasıl mı? Anlatayım...
Bir yazarlık macerası...
E
vet, 18 yıllık LEVEL macerama geçtiğimiz ay son verdim. Ocak 2021 itibarıyla artık LEVEL’ın bir parçası değilim.
Bu konuda uzunca başka bir makale hazırlamıştım ama onun çok dramatik olduğuna kanaat getirdiğimden ötürü, daha öz bir, “Neden ayrıldım?” temalı yazı kaleme almaya karar verdim. Buyurun bakın, neler olmuş…
Başlangıç
Bilmeyenler için özet geçeyim. LEVEL’a 2002 yılında girmiş bir oyuncuydum. Onun öncesinde GamePro’da yazarlık yapıyordum ve GamePro kapandıktan sonra Sinan Akkol’un beni dergiye çağırması ile birlikte LEVEL’ın serbest yazarlarından biri olmuştum.
LEVEL’da çok da uzun olmayan bir sürede daha da fazla rol sahibi oldum, Sinan ve birçok LEVEL yazarının ayrılıp Oyungezer’i kurmasıyla birlikte LEVEL’da, arkadaşım olan Fırat Akyıldız’la birlikte daha da büyük bir rol sahibi olup işime devam ettim. Fırat’ın dergiyi bırakmasıyla birlikte ise LEVEL’ın “unofficial” yayın yönetmeni pozisyonuna oturdum ama bu o kadar büyük bir hataymış ki, vaktin verdiği heyecanla nasıl bir çürümüşlüğe düştüğümü anlayamamışım.
Yayın Yönetmenliği nedir, nasıl olmaz?
Bu yazının geneli olumsuz gidecek, o açıdan baştan kendinizi hazırlayın. LEVEL’dan kendi isteğimle ayrılmış olsam da bu hayal kırıklığıyla ayrılmadım demek değil. Beni burada içimi dökmeye iten en önemli neden de bu: Aslında yaptığım işi seviyordum. LEVEL çok daha iyi bir konumda olabilirdi ama benimle alakası olmayan konular nedeniyle olamadı.
LEVEL vaktinde, oyun dünyası için çok önemli bir oluşumdu. Sinan Akkol vakti, ardından Fırat’a geçtiği dönemlerin büyük bir kısmında LEVEL, resmen Türkiye’deki oyun sektöründe en çok konuşulan isimlerden biriydi. Vakit geçtikçe bu durum, tümü iniş olmak üzere değişim geçirdi ve benim ayrıldığım vakitte artık LEVEL, kimsenin bilmediği, sadece tarihte adı geçen bir yapıya bürünmüştü.
Ben dergide yıllarca serbest yazarlık yaptım ve telif adı verilen bir bütçeden ayrılan, sayfa başı ücretle çalıştım. Fırat’tan sonra bana bırakılan pozisyonda ise gerçek bir maaşa geçmedim, yine telif bütçesinden kendime bir bütçe ayırarak işi yürütmeyi kabul ettim ve itiraf ediyorum, burada bir derginin başında olma heyecanı çok ağır basmıştı, alacağım paraya çok dikkat etmemiştim.
Geçtiğim pozisyonun gereksinimi derginin planından, kapak konusuna kadar söz sahibi olmak, dergiye iş bağlamak ve bu sırada yazı yazmak gibi geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Böyle bir işin ederi de aslında çok da kötü olmayan bir maaştı ama şurada biz bizeyiz, ben 1250 TL gibi bir rakam almaya razı olmuştum.
Heyecan var dedim ya, bu heyecan beni aylar boyu dergiye promosyon bulmaya da itti, bir reklamı 3 katı fiyata satabilmeye de, dergiye yepyeni bölümler ekleyip daha heyecan verici hale getirmeye çalışmaya da…
Lakin, her ne kadar derginin içeriğiyle ilgili kararları ben veriyor olsam da derginin bağlı olduğu kuruluştaki direktörler son sözü söylüyordu. Yani bu şu demekti: Sen içeriğe karar ver, gerisine karışma.
Bu ne demek, özetleyeyim. Dergi dediğiniz şey statik bir oluşum olmamalıdır. Her ay olmasa da ara ara heyecan verici promosyon da olmalıdır, içerik de. Ne var ki bizim bu tip işler için hiçbir zaman bütçemiz olmadı. Sadece poster verebilen 114 sayfalık bir oluşum olduk. Dergiyi geliştirebilmek adına yapabildiğimiz tek şey içeriğe yeni bölümler ekleyip, yeni çıkmış bir oyunu daha fazla sayfayla dergiye dahil edebilmek oldu. Nadiren birkaç firmayla antlaşma yaparak ufak defterler, ön okumalar verebildik, ötesi de olmadı.
Zaman içerisinde dergi monotonlaşmaya başladıkça yeni kısımlar eklemekte de zorlanmaya başladık. Diyelim ki geniş bir dosya konusu yapmak istiyorduk; bu yazı bolca araştırma ve emek isteyeceğinden, biz ise sayfa başına bir çorba parası bile etmeyecek bir telif ödeyebildiğimizden, zamanla bu da imkansız hale gelmeye başladı. Haliyle bu da benim tüm heyecanımı alıp götürüyordu.
Dijital dünyadan bize ne!
Çok uzatmamak adına hızla konuları atlayacağım. LEVEL’daki bir diğer problem de dijital çağa ayak uyduramaması oldu. Herkesin elinde telefon, herkeste bilgisayar, tablet, bir şeyler; kim markete gidip de dergi alsın?
Bakın bu konuda Game Informer adındaki yabancı dergi çok iyi bir örnektir. (PC Gamer da aynı şekilde.)
Game Informer yıllarca çok ama çok özel kapak konularıyla oyun piyasasında lider bir konumdaydı. Kimsenin daha önce duymadığı bir oyun, inanılmaz bilgilerle açıklanırdı. (Ben de elbette en büyük takipçilerinden biriydim.)
Game Informer’ın her zaman bir internet sitesi de vardı elbette ama incelemelerle, videolarla hiçbir zaman doldurmazlardı. Hatta kapak konusundaki özel bilgileri zaman içerisinde web’de yayımlayarak bir hype yaratırlardı.
Zamanla tüm bu adetlerden, inanılmaz yumuşak bir geçişle uzaklaştılar. Önce o kapak konularının ehemmiyeti azaldı, ardından sitede incelemeler artmaya başladı, derken videolar geldi ve son büründüğü halde, dergi devam etmekle birlikte artık firmanın ikinci işiydi.
LEVEL da birebir bu ilerleyişi benimsemeliydi çünkü basılı yayın, tüm dünyada inişe geçti ve her geçen yıl, iş daha da kötüye gidiyor.
Peki LEVEL şu anda ne yapıyor? Sadece görüntü olarak duran bir websitesi, yine pek az işlevi olan sosyal medya hesapları ile sadece basılı yayını ön plana koyuyor.
Arkadaşlar kim, ne yapsın bu devirde 114 sayfalık bir dergiyi? Bir oyun çıkmış ayın 5’inde, bir ay bekleyip LEVEL’daki incelemeyi kim okumak ister? Ya da LEVEL gidip çok özel firmalarla görüşüp hiç kimsenin ulaşamadığı haberleri dergiye mi taşıyabiliyor? Aşırı ünlü yazarlar mı var?
Hiç biri yok ve olması da mümkün değil. LEVEL yıllar önce internete taşınmaya başlamalıydı ama LEVEL’ın bağlı olduğu kuruluş bu konuya bütçe kesinlikle ayırmadı. YouTuber’lar yükselişe geçerken, oyuncular oyunların değil, “kişilerin” peşine düşerken, LEVEL yazarları birer hayalete dönüşürken dergi resmen ölüme terk edildi ve ben de gerizekalı gibi bu düşüşün içinde oldum.
Büyük yük
Şöyle bir durum var: Yazmayı çok seviyorum. Oyun oynamayı da. Ama bir işe 18 yılınızı verince illa ki karşılığını almak istiyorsunuz.
Ben ise sürekli düşüşlerle mücadele ettim. Dergi sürekli eksildi, yıllar boyunca hiçbir zaman iyi bir haber almadık, derginin başına hiçbir zaman iyi bir şey gelmedi. Satışların hiçbir zaman kötü olmamasına rağmen dergiyi ilerletmek adına hiçbir destek sağlanmadı.
Ne bir proje yapıldı, ne dijital dünyaya adım atıldı, ne “bu kadar paraya iyi iş çıkartıyorsunuz” dendi, ne ben zam aldım, ne de diğer serbest yazarlar.
Bakın sürekli geriye giden herhangi bir konuyu hayatınızda tutmaya çalışmak çok büyük bir yük. Bu iş olur, aşk olur, bir aile üyesi olur, bir eşya bile olabilir. (Mesela sürekli bozulan bir araba.) Bunlardan vaktinde, sizi psikolojik olarak etkilemeye başlamdan önce vazgeçmek gerekiyor. LEVEL da aynı anlamda saçma bir yükmüş benim için. İnatla ayakta tutmaya çalıştığım, illa ki bir noktada yok olacak olan bir oluşum…
Para dediğin çöp
Benim için asıl kopma noktası, aldığım telifin 500 TL aşağı çekilmesiyle oldu ama ben de o ölçüde üstüme düşen yükü azalttığım için bir süre daha devam ettim. (Bu karara tepkimi belli etmek için telefon açmıştım, “eh sen de bırak artık, boşver” gibi garip bir yanıt almıştım; o da ayrı bir inanılmaz olaydı.)
Hangi işte, dünyadaki hangi iş kolunda ilerledikçe maaşınız düşer? Cevap vereyim: LEVEL’da. Benimle ilgili tek bir sorun yokken, dergide işler tıkırındayken nedense telif bütçesinin düşürülmesine karar verildi üst merciler tarafından ve bir anda daha az para alır oldum, olacak iş mi? Orada bırakmalıymışım işte ama dergideki arkadaşlarla güzel bir sinerji var, birkaç kişi resmen bir fanzin çıkartıyoruz diye hıyar gibi devam ettim.
Daha komik bir şey anlatacağım (Önden bahsettim aslında biraz.) ve bence bu emek sömürüsünün tanımı değilse, ben de bir şey bilmiyorum.
LEVEL, biliyorsunuz yıllardır var ve serbest yazarlara, sayfa başı bir ücret ödeniyor. Size yılları tam veremeyeceğim ama bu ücret, Türkiye’deki ekonomik krizlerden bir tanesinde düşürüldü ve -kendiniz hazırlayın- yaklaşık 10 yıldır aynı miktarda!
İnanabiliyor musunuz? Dolar 1.07 TL’ydi, 7.5 TL oldu, ülkede enflasyon her yıl arttı ama yazarların aldığı para değişmedi. (Buna ben de dahilim elbette ve söylediğim gibi artış yerine düşüş yaşadım.) Ve bu rakam o kadar komik ki… Mesela şu anda dergiciliğin en öndeki isimlerinden Socrates’teki sayfa başı ücretleri biliyorum, LEVEL’daki onun 10’da biri gibi bir rakam. Bence hakaret gibi bir meblağ; dergiye yeni yazar aradığımızda utancımdan telifi söyleyemiyordum çünkü olacak iş değildi.
Bu durum, var olan yazarlardan yazı isteyebilmeyi de engellemeye başladı. Düşünün, kapsamlı bir dosya konusu hazırlanmalı. Eh, adam enayi mi sayfası üç kuruşa o kadar araştırma yapsın, yazıyı ilginçleştirecek detayları düşünsün, etsin… Bu yüzden dosya konusu gibi kapsamlı konuları ya dergiye koymamaya başladık, ya da müthiş kolay konulardan seçtik çünkü yazacak adam yoktu.
İşin özü…
Kısaca LEVEL, benim hayatımda her zaman bir şekilde eksik bir öğe oldu maalesef. Dergiciliğin iyi bir noktada olduğu vakitlerde tanınıyorduk, güzeldi ama o dönemde bile aldığımız paralar, işleyiş hiçbir zaman tatmin edici olmadı.
Hani işini iyi yapınca şöyle az bir el üstünde tutulma durumunu hiç yaşayamadım. Bakınca LEVEL’ın yarısını yazıyor gibisin ama bununla birlikte gelen manevi ve maddi tatmin hep zayıftı. “Yayın yönetmenimsi” bir hale geçtiğimde zaten LEVEL için iş işten geçtiği için, bir derginin başı gibi gözükmenin avantajlarını da yakalayamadım.
Ha ne oldu, evet oyunları inceleyebilelim diye bu oyunları ve bazı konsolları firmalardan (LEVEL’ın bağlı olduğu kuruluştan değil, dikkat edin.) bedava aldık, birkaç kez yurtdışı etkinliklere gidebildim ama bunlara minnet duyamaycak kadar işimde ilerlemiş olduğum için, bunları saymıyorum tabi. Herhangi bir işe 18 yılınızı verdiğinizde en kötü ortalama bir yerde olursunuz, dipte değil. O yüzden bu sözde iyi şeyleri de rahatlıkla görmezden gelebiliyorum.
LEVEL hem benim adıma, hem de bir isim olarak çok daha iyi bir yerde olabilirdi. Bunun olmamasındaki tek neden de üst yönetim maalesef.
Bazı dergilerin TV’de reklamı bile dönebilirken LEVEL -daha önce de söylediğim gibi- ölmeye terk edildi ve bunu hak etmiyordu.
Oyun dünyasının Post42 gibi bir nefese ihtiyacı var. Twitch yayıncıları gibi spontan işler de değil; bayağı profesyonel, konsept dahilinde çekilen, düzenli işleyen, oyun dünyasının her alanına hitap edecek bir içerik yelpazesine sahip olan, “oyun gazeteceliği” olarak nitelendirilebilecek bir nefes…
LEVEL bu olabilirdi; en azından kendimde bunu başaracak vizyonu görebiliyordum.
Benim bıraktığım haliyle LEVEL, içeride kalan iyi niyetli arkadaşlarımın ayakta tutmaya çalıştığı, sürekli tekmelenmiş bir çocuktan farksız. Keşke hepimiz hevesimizi çok önce bırakıp bu kadar duygusallaşmadan bu işten uzaklaşabilseydik ama olmadı.
Siz dışarıdan nasıl görüyorsunuz bilmiyorum ama LEVEL, mutlu insanların oyun oynayarak, eğlenerek karşınıza getirdiği eğlenceli bir oluşum değil, sadece bir hapishane…
Siz siz olun, kendi değerinizi asla unutmayın.
— Saçma sapan işlerde zaman kaybetmiş biri